24 Haziran 2009 Çarşamba

Bir Dostun Düş Bahçesi

Merhaba arkadaşlar, bu hafta Türkiye'ye gerçekten büyük katkılar yapacağına inandığım Deniz Keller sayesinde Ertan Doğan'la tanıştım.
Kendisi doğuştan Cerebral Palsy (spastik) hastası, yürüyemiyor, kendi ihtiyaçlarını yerine getiremiyor ve bir başkasının yardımı olmadan yaşamına devam edemiyor'

Bu zorluğun durumunu bir düşünün. Hepimizin hayalleri ve gerçekleştirmek istedikleri var, bir de buna karşılık AMA'ları var, daha doğrusu bahaneleri...

Ertan Doğan iki tane roman yazmış, ilk romanı BEN DE VARIM, ikincisi ise ÖLÜME ÇALIM, bu cumartesi Ölüme Çalım romanının imza günü ve tanıtımı olacak, bende orada olacağım, Bursa'da katılmak isteyen arkadaşlar için linki veriyorum http://www.facebook.com/home.php#/event.php?eid=88386765546&ref=mf

Şimdi gelelim bu romanları nasıl yazdığına, kendisi söylüyor, "Romanlarımı ve yazılarımı cep telefonumu sol elime sıkıştırdıktan sonra orta ve yüzük parmağımla tuşlara basarak mesaj şeklinde yazıyorum. Bu mesajları annemin telefonuna gönderiyorum ve annem de bilgisayara aktarıyor.", ve devam ediyor, "Ben insanlara;
...Biz de insanız, aranızda yanı başınızdayız, bizi fark edin. Engelli olmak, evlere hapsolmak bizim için kader olmasın diyorum. Bu yönde kendime bir misyon yükledim. Ve BEN DE VARIM diyorum."

Kendisine ulaşıp ondan bir yazısını istedim ve hemen bana ulaştırdı, şimdi o iki parmakla yazılmış yazıyı sizlerle paylaşıyorum, mutlaka okuyun. Yorum ve düşüncelerinizi yazının altındaki bağlantıya giderek yazabilirsiniz.

Her zaman güçlü yaşayın,
Selam ve sevgiyle, Hakan.

(İşte yazı)

DÜŞ BAHÇEM

Bazen; ‘rüyada mıyım, yoksa yaşadıklarım gerçek mi,’ dediğim anlar oluyor. Son rüyam da gerçekle düşü karıştırdığım anlardan biriydi ve sanırım ömrüm boyunca unutamayacağım.

Geçen gün öğle saatlerinde yatağımda televizyon izlerken içim geçmiş ve kendimi bir rüyanın içinde bulmuşum. Rüyamda; mavi yüzlü, insan görünümlü bir varlıkla birlikte göz alabildiğine uzanan yeşil ovayı ikiye bölen toprak yolda ilerliyorduk. Yolun her iki yanında rengarenk açmış güller, nazlı nazlı sallanan mor renkli laleler, yaseminler ve hanımelileri vardı. Çiçeklerin kokuları birbirine karışmıştı. Birkaç adım ilerleyince rengarenk hercailerin arasındaki turuncu renkli nergisler bize gülümsüyordu adeta. O an nerede olduğumuzu ve nereye gittiğimizi bilmiyordum. Ürkek bir ses tonuyla; “neredeyim,” diyebildim yalnızca.
”Düş Bahçesindeyiz, senin düş bahçende,” yanıtını verdi mavi yüzlü yaratık. ‘Böyle bir yeri anımsamıyorum ki,’ diye düşünürken; “burasını beyninle, yüreğinle sen yarattın,” dedi yaratık...
Böylesine güzel bir bahçeyi görünce eserimle gurur duydum.

Birden, gökyüzünden bir ışık indi ve bizi yukarıya çekti. Uzay filmlerindeki ufolara benzeyen bir aracın içine girdik. Şaşırmıştım ama korkmuyordum. Hatta içerdeki kocaman ekrandan dünyayı izlemek, ilgimi bile çekmişti. Koltukta oturan varlık; “Ertan, seni buraya niye getirdik biliyor musun,” diye sordu. Yanıt veremedim, anlamsız gözlerle ona baktım yalnızca.
”Bizim gezegende hiç engelli yok… Bu yüzden her yıl dünyayı ziyaret eder, yaşamı zor olan bir insanın geçmişte yaşadıklarını siler, yeni bir kader çizgisini devreye sokarız. Seçtiğimiz insanlar genelde engellilerdir,” dedi uzaylı.

“Peki, siz Tanrı mısınız?

“Sen hiç Tanrı’yı gördün mü? Tabi ki Tanrı değiliz. Biz, bu değişiklikleri teknoloji ile başarıyoruz. Senin yaşamını da değiştirelim ister misin?”

Bu öneri karşısında oldukça şaşırmıştım, ne diyeceğimi bilemiyordum.

”Düşüncelerini okuyorum, kim olsa şaşardı böyle bir teklife. İyi düşün, ikinci bir şansın yok!”

“Yürüyebilmeyi çok isterim… Hep hayal kurar, hayalimde yürütürdüm kendimi. Yürüyebilseydim eğer sabah erkenden kalkar, güneşin doğuşunu seyrederdim. Evimizin bahçesindeki ağaçlara su verir, güne merhaba derdim. Aldığım kiloları vermek için sabah koşusuna çıkardım. Dönüşte, istediğimde alabileceğimi bile bile komşumuzun bahçesinden erik çalardım. Öğlen güneşinin kavurucu sıcağında denize girerdim. Kumsaldaki insanların acıyan gözlerle bakışları ve bedenimde can simidi olmaksızın özgürce kulaç atıp, saatlerce yüzmek isterdim. Çok istediğim halde merdivenlerinden çıkamadığım kültür evindeki etkinliklere katılmak, topluma üreten bir insan daha kazandırmak için, üst kata çıkamayan engellileri sırtıma alarak çıkarmak isterdim. Akşam yemeğinde babamın mangalda pişirdiği güzelim balıkları anneme yük olmadan on parmağımla kendim yerdim. Doğum günümü kutlayan yakınlarıma dans ederek eşlik ederdim. Arkadaşlarımla halı sahada futbol maçı yapmaya giderdik. Maç yorgunluğunu atmak için de deniz kenarında bir kafeye oturur, Ege Denizini ve Midilli Adasındaki ışıkları izlerken ülkemizin sorunlarını tartışırdık. Kısacası, hayatı içime sindirerek yaşardım. Teklifiniz çok güzel ama bana vereceğiniz bu ikinci yaşamımda nasıl bir insan olacağım belli mi? Ya çok tehlikeli bir patlayıcı madde keşfeden ve onlarca insanın sakat kalmasına neden olacak biri olursam! Öldüğümde adıma verilecek barış ödülü beni masum kılar mı o zaman? Ya lüks aracımı, engelliler için ayrılmış oto parka çekersem? Engelli aileleri arkamdan; ‘arabası var ya sanki dünyanın tapusu onun zannediyor pis kıro,’ demezler mi? Ya potansiyel engelli olduğumu bile bile işyerime engellilerin kolayca ulaşmasını umursamaz, onlara ikinci sınıf insan muamelesi yaparsam? Engellileri yok sayarsam! Şu ekranda dünyadan yansıyan görüntülerdeki insanları görüyor musunuz? Hepsi yürüyebiliyor, diledikleri gibi yaşıyorlar. Peki, yüzleri niye asık, hiç düşündünüz mü? Onlar; elindeki değerlerin, sahip oldukları güzelliklerin farkında değiller. Pastadan daha büyük bir pay alabilmek için bir yarış içindeler. Hep daha fazlasını istiyorlar. Dünyaya hiçbir katkıda bulunmadan, başkaları için hiçbir şey yapmadan; ‘hep bana,’ diyorlar. Engelli olmak bana çok şey öğretti. Nefes almanın, yaşamanın ne denli güzel olduğunu fark ettim. Eğrisiyle, doğrusuyla böyle olmaktan mutluyum. Beni anlayan, bana değer veren bir ailem var. Geçmişimle barışığım. Bende kötü izler bırakanlara bile kızgın değilim artık. Sonra; dünyadaki tek engelli ben değilim ki… Yalnızca benim yaşantımın değişmesi dünyadaki diğer engellilerin sorunlarını çözecek mi? Siz, benim yaşantımı değiştireceğinize, kendi çıkar kavgalarından başka bir şey düşünmeyen ve yardıma gereksinimi olan insanların sorunlarına gözlerini, kulaklarını kapatan insanların beyinlerini değiştirseniz bizler için bu dünya daha yaşanılası olmaz mı?”

Yaratık durdu, düşündü.

“Değişimi reddeden, böyle bir fırsatın üzerine atılmayan bir tek seni gördüm. Sözlerin çok mantıklı, bundan sonra önerilerini dikkate alacağız. Sen de insanların kafalarının değişmesi için çalış. Yazılarınla insanlara yaşamdaki zorlukları anlat ki onlar da nasıl katkıda bulunacaklarını düşünebilsinler. Unutma ki yazılarını ne kadar kişi okur ve yaşam felsefelerini olumlu yönde değiştirirlerse, düş bahçende o kadar çok çiçek açacak.”

Uzaylının konuşması bitince mavi yüzlü arkadaşımla beni aldıkları yere bıraktılar. Bıraktıkları yerde, toprak yolun solunda gökkuşağının bütün renklerini üzerinde taşıyan hoş kokulu yeni bir çiçek açmıştı. Ellediğimde dikeni elime battı ve elim kanadı. Büyük bir acıyla uyandığımdaysa elim gerçekten kanıyordu. Yere düşmemi engellemek için yatağımın kenarına konulan tekerlekli sandalyemin yan demirine çarpmıştım elimi. Gördüğüm rüyayı anımsayınca gülümsedim ve düş bahçeme yeni çiçekler ekeceğime dair kendime söz verdim.

ERTAN DOĞAN